27 Ekim 2010 Çarşamba

Oopps !

Kore'de Romantik Bir Gün

F1 tarihinin en romantik yarışı seçilecek olsa kesinlikle oylar bu haftasonu koşulan Kore Gp'ye gider. Yoğun yağmur altında başlayan bir yarış, 2 şampiyonluk adayının (Webber ve Vettel) yaşadığı dram, güneşin batışı sırasında atılan turlar ve karanlıkta patlayan flaşlarla aydınlanan bir podyum. Romantizm için olması gereken herşeye sahip bir yarış.
Haftalardır pistin yetişmiyeceği, yarışın yapılıp yapılamıyacağı konuşuluyordu. Kore yönetimi işi sıkı tutsa da pistin inşaatı aslında tam manasıyla yetişememiş olsa da, neredeyse cuma antremanlarına kadar iş makinaları pistin dışına çıkmamış olsa da, pist yarışın yapılabileceği ölçüde bitirilip yarışa hazır hale getirildi.
Cuma antremanında F1 araçları, iş makinalarını saymazsak piste çıkan ilk araçlar oldular. Çoğu pilot pistin yüzeyinin aşırı kaygan oluşundan şikayet edip, buz pistinde araba kullanmaya benzettiler.
Sıralama turları cuma antremanlarına göre daha sorunsuz geçti ve beklenen şekilde RedBullar ilk çizgiyi kapattı, arkalarında da Alonso, Hamilton ve Rosberg yer aldı.

Fakata, pisti yetiştirmek için sabah akşam çalışan Kore'nin karşısına pazar günü hiç beklemediği bir engel çıktı; yağmur. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmur büyük bir tartışma konusu oldu.
Güvenlik aracı arkasında hareketli start yapılasına karar verilerek başlayan yarışta, 3 turun sonunda; pist üzerinde aşırı su bulunmasından dolayı önde giden pilotun spreyinin arkadaki pilotun görüşünü tamamen kapatmasından ve de araçların güvenlik aracı arkasındaki yavaş turlarda bile pist üzerinde tutuş sağlıyamaması nedeniyle startın ertelenemesi kararı çıktı.
Bekleyişin ardından yağmur azaldı, pist üzerinde otomobiller tur atmazken temizlik araçları girip pist üzerinde oluşan gölcükleri temizlediler. Yarışın startının ertelenmesi ile birlikte bu dakikalarda ilk akla gelen soru da, zaten kapalı olan havanın, yaklaşık 2 saat sonra kararacak olmasıydı. Yani yarış, ortasından bir yerde, 2 saat kuralı dahilinde veya havanın kararması nedeniyle durdurulabilirdi. 55 tur üzerinden koşulacak olan yarışta 42 turdan daha fazla atılamazsa da pilotlar yarım puan alıcaklardı.

Bu tartışmalarla birlikte Kore Gp'ye start verildi. Güvenlik aracı arkasında 12-13 tur daha atıldı, pist bu sırada araçların lastiklerinin ısılarının da yardımıyla biraz daha kuru ve stabil hale gelmeye başladı. Aslında günün ilk savaşı da bu anlarda başladı.
Telsizden RedBull pilotlarına pistin nasıl olduğu sorulduğunda; pist çok kötü, önümüzü göremiyoruz, bu koşullar altında yarış başlamamalı cevabı alındı. Pilotlar kurulunun da başkanı olan Webber bu forsunu da kullanarak yarışın başlamaması için zaten bekleme periyodunda pek çok kişiyle konuşurken görülmüştü, üstüne de telsizden geçen konuşma da Webber'in niyetini açıklar durumdaydı. Zaten ilk çizgiye sahip RedBull, herhangi bir iptal durumunda maksimum puanlar olan 25 ve 18'in yarısını alıcaklar ve şampiyona da büyük avantaj sağlıyacaklardı.
Ferrari'nin telsizden sorduğu aynı soruya Alonso'nun cevabı daha basitti; pistte durumlar hala aynı, bekliyoruz.
McLaren'in sorusuna Hamilton'un cevabı ise agresifti; yarışın başlaması için ne bekliyoruz, pistin koşulları uygun, diyen Hamilton yarışın hala güvenlik aracı arkasında devam etmesine sinirlenerek; bu yağmur altında bir yarış, pistin ıslak olması doğal ne olmasını bekliyorlar ki acaba, cevabını vererek yarışma arzusunu ortaya koyuyordu.

Telsiz konuşmalarının ardından ve güvenlik aracının tempoyu yavaş yavaş arttırdığı turlarda otomobillerin arka tarafta sorun yaşamadığı da göz önüne alınarak güvenlik aracı pistten çıktı ve yarış başladı.
İronik bir şekilde ilk geçilen pilot da Lewis Hamilton oldu, ıslak zeminde erken frenaj yapan Hamilton, içten gelen Rosberg'in arkasına düştü. Fakat belkide Hamilton'u yarışta tutan da bu geçiş oldu.
Çünkü yarışın normal olarak başlamasından sadece 3 tur sonra, Mark Webber aracın arkasını kerpten zamanında kurtaramayınca, aracın kontrolünü kaybederek karışı bariyerlere çarptı ve pist üzerinde sürüklenerek Rosberg'e çarparak 2 pilotun da yarış dışı kalmasına sebep oldu. Aslında Webber'in yaptığı şampiyona da lider giden bir pilota yakışmayacak bir davranıştı, fakat hiç bir ceza almadan kurtuldu. Aracı bariyere çarptıktan sonra kasıtlı olarak pistin diğer tarafında ki çim alana yönelmiş gibi gözüken Webber'i, Alonso hemen fark ederek kendisini kurtardı, Rosberg ise kurtulmak için çim alana kadar çıktı ama kurtulamadı. Çarpışma sonrası Webber'in frene basmaması ve doğrudan piste yönelmesi akıllarda, kendisi yarış dışı kalmışken arkasından gelen şampiyona adaylarından birini (Alonso ve Hamilton) yarış dışı bırakma düşüncesi geçmiş olması muhtemel, fakat kabak yarışa iyi bir başlangıç yapmış olan Rosberg'e patladı.
Webber'in kazası sonrasında tekrardan güvenlik aracı girdi ve 3 tur daha atarak yeniden tempoyu düşürdü. Güvenlik aracının çıkmasıyla tekrardan yarış başladığında, görüş mesafesi açık olan Vettel hızla farkı açmaya başladı, Hamilton Alonso'yu takibini sürdürdü. Arka sıralarda ise müthiş kapışmalar yaşandı. Sürekli geçişlerin olduğu arka bölümde günün kamikazesi Adrian Sutil oldu, her virajda geç frenajla rakiplerini geçmeye çalışan genç pilotun bu denemeleri sürekli olarak kaçış alanlarında son buldu.
Arka bölümde Timo Glock'un puan alıcak durumda olan sürüşünü biçen Buemi, güvenlik aracının yarış içinde 2. kez piste girmesine neden oldu ve bütün pilotlar hemen pite yönelerek aşınan lastiklerini değiştirdiler.Pitte hata yapan Alonso, Hamilton'a sıra kaybetmiş oldu fakat, yeni lastikleriyle birlikte Hamilton'da 1 tur sonra ilk virajı kaçırınca Alonso'ya yerini kaybetmiş oldu. Yarış bu turlarla birlikte pistin kurumasıyla da birlikte seyrini bulmaya başladı, arka sıralarda geçişler ve kaymalar devam ederken ön tarafta farklar hafiften açılmaya ve pilotlar zorlayıp riske girmektense, öndeki pilotların hata yapmasını beklemeye başladılar. Bu turlarla birlikte 42. turda geçilmiş oldu ve pilotların Kore'den tam puanla ayrılacakları garantilenmiş oldu.


Son 10 tura girilirken, bulutlu gökyüzünde güneş yavaşça alçalmaya başlamıştı artık; Vettel telsizden pite, hava karardı görüş çok düştü 1-2 ve 3. virajları göremiyorum bilgisini geçti. Yarış yönetimi bu bilgiyi doğrulatmak amacıyla aynı soruyu diğer pilotlara da sordular ve Hamilton'dan gayet agresif bir cevap daha geldi; görüş, yarışın sonuna kadar devam edebileceğimiz kadar net duruyor. Zaten 1 tur sonra da Vettel'in bu açıklamayı neden yaptığı ortaya çıktı, aracından dumanlar yükselmeye başlayan Vettel, pist üzerinde Alonso ve Hamilton'a geçildi daha sonrada aracını kenara çekti. Vettel'in şampiyona liderliği hayalleri de aracının başında elinde yangın söndürücüyle durduğu an bitmiş oldu.
Bu bölümde Alonso'yu hala yakından takibini sürdüren Hamilton, son 5 tura girerken yarışı daha fazla riske etmemeye karar vererek ortalama turlar atmaya başlayınca Alonso da rahatlayarak tur zamanlarını düşürdü. Sakin tempo da geçen son 5 turun ardından, batan güneşle birlikte karanlık havada yapılan bir geçiş seromonisi ve podyum oldu. Kore'de romantizm doyasıya yaşandı.

Yarış sonucunda puan almayı başaran 10 pilot:
1. Fernando Alonso - Ferrari 2:48:20.810
2. Lewis Hamilton - McLaren 00:14.999
3. Felipe Massa - Ferrari 00:30.868
4. Michael Schumacher - Mercedes 00:39.688
5. Robert Kubica - Renault 00:47.734
6. Vitantonio Liuzzi - Force India-Mercedes 00:53.571
7. Rubens Barrichello - Williams-Cosworth 01:09.257
8. Kamui Kobayashi - BMW Sauber-Ferrari 01:17.889
9. Nick Heidfeld - BMW Sauber-Ferrari 01:20.107
10. Nico Huelkenberg - Williams-Cosworth 01:20.85

20 Ekim 2010 Çarşamba

Rijkaard Giderken

Ankaragücü maçının ardından konuşulmaya başlanan, dün yapılan yönetim kurulu toplantısında karar bağlanan; Rijkaard'ın gönderilmesi, bugün resmi olarak duyuruldu. Geçen sezonun başında devrim yapması için getirilen, sezon başında Adnan Polat'ın ne olursa olsun arkasındayız dediği Rijkaard bugün itibariyle görevinden ayrılmış oldu.

Rijkaard'ın gönderilmesinin sebeplerini iki açıdan incelemek lazım, Rijkaard'ın sebep oldukları, yönetimin sebep oldukları.
2 sezon önce Skibbe'nin yollanması ve ardından Bülent Korkmaz'ın başa geçmesi ve takımın ligi 5. sırada bitirmesinin ardından, takıma sistem oturtacak, 2000 sonrasında yaşanan birikmiş sorunların üstesinden gelecek ve takıma uzun yıllar hizmet edebilecek bir teknik adam arayışı sonrasında Rijkaard, o günün koşullarında Galatasaray için ideal bir teknik direktördü.

Rijkaard geldiğinden beri bazen haklı, bazen haksız şekilde çok fazla eleştiri aldı. Bu eleştirilerin sebebi de kendisinden beklentinin fazla olmasıydı.
*Rijkaard'ın ilk yanlış hamlesi 4-3-3 diretmesi oldu, geçmişte oynattığı tüm takımlarda bu sistemi oturtan, bu sistemle Roterdam'ı küme düşüren fakat Barcelona'yı şampiyon yapan bir hocaydı. Ligi yeteri kadar incelemeden, elindeki oyunculardan bu taktikle ne kadar verim alabileceğini hesaplamadan körlemesine bu taktiğe girişti ve başarısız oldu.
*Geldiği ilk zaman, kampı kaldırdı. Çünkü profesyonel futbolcuların kamp olmadan da yeterli disiplin içinde olacaklarına ve taktiksel olarak hazır olacaklarına inanıyordu.Barcelona da olay belki böyleydi ama Türkiye'de profesyönellik algısının farklı algılanması ve insanların sürekli işten nasıl kaytarırım düşüncesinden dolayı, kampsız sistem oyuncuların disiplinleri açısından sorun yaratma potansiyeline geldi, üstüne medya baskısı da eklenince kamp sistemine geri dönüldü.
*Barcelona'da zamanında yaptığı, kangreni sorunlu bölgeyi tespit edip ne pahasına olursa olsun kesme işini düzgün yapamadı. Aslında bunu Barcelona'da da son sezonunda verimli yapamamasından dolayı Barcelona'dan ayrılışı hızlı olmuştu. Takım içinde ki sorunlu ve gruplaşan oyunculara ulaşamadı bu sorunları temizliyemedi. Yönetimi bazı oyuncuları kayıran yapısından dolayı da bu konularda yönetim baskısı yedi.
*Bir türlü düzgün bir tercümanla çalışamadı, söyledikleri sürekli yanlış çevrildi, yanlış çeviriler süpekülasyon yarattı boş yere medya baskısıyla karşılaştı. İstediğini bir türlü dile getiremedi, değişen tercümanıyla birlikte bu seferde tercüman bazı yerleri değiştiriyor iddaaları ortaya atılıp yüklenilmeye devam etti.
*Medya tarafından babası öldüğü için bile eleştirildi. Cenaze töreni için aldığı izin için bile suçlanıcak duruma geldi.
*1,5 yıl takımın başında kalmasına rağmen bir türlü sistemi oturtamadı, takımın belirli bir diziliş içinde, istenilen şekilde oynadığı maç sayısı 2 elin parmaklarını geçmedi.
*Takım hep motivasyon açısından geride kaldı, 1-2 futbolcu dışında istekli oynayananın olmadığı çok maçlar oynattı. Görünen bir sorun olmasına rağmen bir türlü bu soruna neşteri vuramadı.

Rijkaard'ın; Galatasaray geçmişine baktığımız da, yönetimin hamlelerini bir kenara koyarsak eğer; beklentinin çok altıdna kaldığını görüyoruz. Takımın bir türlü düzgün top oynamadığı, üst üste 3 pas yapamadığı, düşük motivasyon içinde kendi kendine eridiği, futbolcuların aralarında sorunlu olduğu ... bir dönem. Barcelona'da izlettirdiğinin yarısını bile Türkiye'de izlettiremedi. Evet bunda yönetimin hatalarının payı da var fakat, Rijkaard'da hiç bir zaman Süper Lig'e uygun hamleler yapamadı, başarısızlığı göz önünde olmasına rağmen sisteminden ödün veremedi. Akla ister istemez Barcelona'da O'nun bu kadar başarılı olmasını sağlayan şey sadece kadroymuş, demek ki Rijkaard gözümüzde büyüttüğümüz kadar başarılı değilmiş düşüncelerini getirdi.

Yönetimin hiç mi hatası yoktu; aslında başarısızlığa giden yolda en büyük hataları yönetim yaptı, Rijkaard da bu hataları düzeltemedi.
*En başında, teknik direktörümüz böyle yapıyorsa haklıdır, arkasındayız diyemedi ve kamp sisteminin devam etmesi için baskı yaptı.
*Yanına bir türlü düzgün tercüman veremedi.
*Medyada özel hayatının bile eleştirildiği dönemde hiç kimse çıkıpta, teknik direktörümüzün özel hayatının takımıza olumsuz etkisi yoktur diyemedi.
*Takım içinde otoritenin sahibi olması gerekn kişi Rijkaar'ken sürekli Arda önplana itildi.
*Takımın sorunlarına yönelinceğine, medyada çıkan her eleştiriye Aslantepe cevabı verilerek sürekli göz boyaması yaptılar.
*Fakat yönetimin en büyük hatası transfer konusunda oldu ki takımın aslında şu an başarısız olmasının en büyük sebebi de yapılan yanlış transferler ve lüzumsuz transferler oldu.
-Takımın Baros'un da sakat olduğu bir dönemde, yabancı hakkı açılamsı için yedek forvet Nonda gönderildi. Yerine Avrupa maçlarında oynamayacağı bilinmesine rağmen Jo kiralandı, zaten özel hayatı sorunlu olduğu için EPL'de sorun yaşıyan Jo, kiralık geldiği ülkemizde de disiplin sorunları gösterince başarılı olamadı, takımı forvetsiz bıraktı.
-Kewell'in sakatlığı sonucu, kanat adamı olmaması nedeniyle Dos Santos kiralandı. Yarım sezonda pek büyük varlık gösterememiş olmasına karşın yinede yeteneği olduğunu göstermeyi başardı, Rijkaard istemesine rağmen, opsiyonu kullanılıp transfer edilmedi.
-Takımı ileri taşıyan, fizik gücüyle rakibi yıpratan Keita disiplin sorunları nedeniyle gönderildi. (Rijkaard'ın bu konuda kalmasını isteyip istemediği hakkında pek bilgim yok) Yerine Fransa'da disiplinsizliği nedeniyle eleştirilen, sürekli uzun süreli sakatlık geçirme riski olan Pino alındı, verimsiz oldu.
-De Santis, Rijkaard gelmeden gönderilmişti, yerine Leo Franco alındı. Kalede mucizeler(!) yarattı. Leo Franco'dan sonra yeni sezona yerli kaleciyle devam etme kararı alındı, kalede beklenen performans alınamadı. (Rijkaard'ın kaleci istemiyorum, elimizdekiler gayet iyi dediğini de hatırlatmak lazım bu konuda)
-Servet'in yanında, adı cam adama çıkan Gökhan Zan alındı, sakatlığı nedeniyle bir türlü düzenli forma giyemedi.
-Beklere yedek transferi yapılmadı, Sabri ve Hakan Balta'nın sakatlıklarında takım bek konusunda büyük sıkıntı yaşadı. Daha sonra olaylı bir şekilde alınan Ali Turan bu mevkide adeta yokları oynayınca, kanat ataklarında takım dağıldı.
-Ortasahaya savaşçı ve oyunu iki yönlü oynayabilecek adam alınmadı. Mustafa Sarp, Ayhan Mehmet Topal, 3 defansif orta saha gibi oynadı, ilerinde katkı veremedi. Loric Cana savaşçı ortasaha olarak alındı, istenilen performansı veremeyince Rijkaard'ın gözüne giremedi, Karabük maçında daha ilk yarının ortasında oyundan alındı.
-Lincoln sonrası oyun kurucu, takımı ortasahadan ileri taşıycak eleman olsun diye Elano transfer edildi, Brezilya milli takımında döktüren Elano, Türkiye'de döküldü. Mental problemlerinin üzerine gidilmedi, oyuncu kendi haline bırakıldı.
-Elde Elano olmasına rağmen, Misimovic transferi yapıldı, Elano'dan alınamayan verim, Misimovic'ten de alınamaz oldu, takım resmen Elano'yu aradı.
-Baros'un yedeği olarak, Mehmet Batdal alındı. Süper Lig tecrübesi olmayan, 1.ligden gelen oyuncu, takımı taşıyacak forvet kimliğinin çok uzağında kaldı.
-Beşiktaş'ta tutunamayan ve başarılı olamayan Serdar Özkan bonservisi olmadığı için transfer edildi. Beşiktaş döneminin üzerine hiç bişey koymamış olarak Galatasaray'da da yokları oynadı.

Sonuç olarak uzun bir aradan sonra ilk defa transfer için kesenin ağzını bu kadar açan Galatasaray, yaptığı yanlış transferler takımı ileri götüreceğine geriye götürmüş oldu. Daha önce Gerets döneminde eldeki ortalama oyunculara rağmen başarıyı gören taraftarlar da kaliteli kadroya rağmen başarı gelmeyince, Rijkaard'ın gönderilmesi için tribünden bağırmış ve sonuçta amacına ulaşmış oldu.

Rijkaard'ın yerine gelecek isim şu an büyük ihtimalle Fatih Terim gibi duruyor. Daha önce Lucescu takımı şampiyon yapmasına rağmen, Fatih Terim gelsin diye gönderilmişti ve Fatih Terim'in 2. dönemi kesinlikle tam bir fiyasko olmuştu. Şimdi Rijkaard gidiyor ve Fatih Terim, 3. dönemine hazırlanıyor. Galatasaray'da beklenen devrim ise şimdilik bitmiş gibi duruyor.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Servet vs Baros, Yönetim vs Rijkaard

Servet'in, kısıtlı yetenekleri bu ülkede futbolla ilgilenen herkesin bildiği bir durum fakat Servet'i milli takıma çıkartan, önceki senelerde takımı için değişmez adam yapan şey oynama azmi, tekmeye kafa uzatacak yapısıydı. Fenerbahçe'den ayrılıp Galatasaray'da kendisini bulduğu sezonda, herkesin taktir ettiği şey Servet'in pek çok sakatlığı olmasına rağmen 90 herşeye rağmen oynamak için çabalıyor oluşuydu. Yoksa Servet, hızlanmamış yada kıvraklaşmamıştı, hala ayağına top geldiğin taraftar bir an önce kaptırmadan birine pas atsın diye gözüne bakmaya devam ediyordu.

Neyse, Servet'i zaten bilen biliyor. Geçen sene yavaş yavaş gözden düşmeye başlayan Servet, sezon sonunda Marsilya'dan yılan hikayesine dönen transfer teklifi aldı, Marsilya'da değişen yöneyim nedeniyle gidemedi. Servet'inde kafası büyük oranda Avrupa'da oynama hayallerinde kalınca Rijkaard'ın gözünden düştü. Rijkaard, Servet arasındaki bu soğukluk, 2 hafta önce Servet'in kadrodışı bırakılmasına kadar da devam etti.

Gelelim, Galatasaray-Ankaragücü maçına; Rijkaard, denize düşan yılana sarılır misali Servet'e güvenmek zorunda kaldı ve maça ilk 11'de başlattı. Maskeyle oynadığı maçlarda zaten fiziğini düzgün kullanamayan Servet, mental olarak da maça hazır olmayınca takımının en zayıf halkası ve takımı yakan kişi konumuna gelmiş oldu. Hareketlerde art niyet aramak haksızlık yada kolay yol gibi görünebilir fakat Servet'in bugün oynadığı oyuna baktığımızda insan ister istemezi arasının soğuk olduğu Rijkaard'ı göndermek için mi bu kadar kötüydü sorusunu sormadan edemiyor. Yinede profesyönel ve milli takımda oynayan bir futbolcu için bunları düşünmek gerçekten acı verici bir durum.
Takımın kalanı çok mu iyidi de Servet takımı yaktı olarak düşünecek olursak eğer, Baros'u ayrı bir yere koyarsak; Galatasaray yine son zamanlarda alışkanlık haline getirdiği şekilde ruhsuz ve pek istekli olmayan bir oyun yapısındaydı. Ortasahada Mustafa Sarp'ın kendisinden bekleneni yapıp ileri çıkıp, hücumda takımını rahatlatmak istediği zamanlar oldu, fakat o bölümlerde de hatalı paslarına devam ettiği gibi geri gelmesi sorun olunca ortasahada takımın açık vermesine sebep oldu. Diğer yanda ise maça kaptan olarak çıkan Ayhan Akman, sarı kartı olmasına ve takım 10 kişi olmasına rağmen topsuz alanda rakibiyle didişmeye devam ediyordu.Aslında Galatasaray'da son zamanki kriz içerisinde değişen pek bişey yoktu sahada.
Baros'u ayrı bir yere koymuştuk; Servet hata yaptıkça Baros adeta çoştu, takımda ayakta kalan tek oydu, galibiyete inanan da, fakat tek bir oyuncunun çıkıp maç kurtardığı dönemlerin artık geride kaldığı dünya futbol mantalitesinde Baros yapabilceği maksimum şeyi yaparak attığı 2 golle takımının ümitlenmesini sağlasada, defans olarak dökülen ve toplu ileride tutamayan Galatasaray 2-4 mağlup olmaktan kurtulamadı.
Geçen sezona hızlı başlayan, sezon ortasından itibaren ivmesini kaybeden, Avrupa Ligi'ne elemelerde veda eden ve sezona düşüşü devam ederek başlayan Galatasaray'da; Ankaragücü karşısında alınan mağlubiyet ve oynanan isteksiz futbol nedeniyle Rijkaard eleştirilen isimlerin en başında gelmeye başladı ve Galatasaray Yönetimi yarın olağanüstü toplanarak bu konuların görüşüleceğini açıkladı.

Halbuki, sezon başında Adnan Polat, NTVspor'da canlı yayına çıkarak, ne olursa olsun Rijkaard'ın arkasındayız hatta sezon sonunda 3 senelik daha anlaşma imzalamayı düşünüyoruz, O'nu bırakmıycaz şeklinde konuşmuştu.
Fakat 1,5 senedir Türkiye'de olan ve hala kafasındaki sistemi sahaya yansıtamamış olan Rijkaard artık topun ağzındaki isim sıfatını almış durumda. Şimdiden kulislerde Ersun Yanal adı, tribünlerde ise Fatih Terim ismi geçmeye başladı, halbuki daha mağlubiyet alınalı 3-4 saat bile olmadı.

Olaylara Rijkaard tarafını, aslında yarın yönetim kurulundan çıkacak karar doğrultusunda detaylıca incelemek lazım. Yönetim için ise durum şu an çok karışık durumda; bir yanda sezon başında ne olursa olsun göndermiycez güvenimiz tam denilen teknik direktör için olağan üstü toplantı yapılacak ve belki de gönderilecek. Böyle bir senaryoda ise yönetim, canlı yayında söyledikleri yüzünden tükürdüğünü yalamak zorunda kalıcak. Öte yandan haftaya Galatasaray için ligin en kritik maçlarından olan Kadıköy'de Fenerbahçe derbisi var ve derbi öncesi teknik direktör değiştirmek çok riskli bir hamle çünkü Kadıköy'de alınabilecek 2-3 farklı bir galibiyet bile yönetimin koltuğunun sallanması anlamına gelir.

Sonuç olarak nerden bakılsa yönetim için iki ucu pis bir deynek sorunu mevcut. Eğer bugün bütün takım Baros gibi hırslı oynasaydı, Galatasaray bütün dertlerini unutmuş şekilde Kadıköy'e doğru yola çıkmış olucaktı. Derbi öncesi karışan Galatasaray'ın en azından önümüzdeki 1 haftayı kapsıycak olan acil eylem planı büyük ihtimalle yarın Galatasaray yönetim kurulu tarafından verilecek. Ne kadar bazıları çoktan Rijkaard'ı yollamış olsa da, bence Rijkaard'a son bir şans olarak derbi verilecek, eğer 10 yıldır alamadığı puanı Kadıköy'den kopartmayı başarırsa sezon sonunu görebilir, eğer mağlup olursa gider. Ama olurda Kadıköy'de bir fark yerse o zaman Adnan Polat'ta dahil bütün Galatasaray üst kadrosunu değişmiş şekilde görebiliriz.

Roy Hodgson Umutlu, Peki ya Yönetim

Yaşadığı mali kriz nedeniyle transfer borsasında rakiplerinin gerisinde kalan ve bu sebepten dolayı Benitez'i yollayıp; Fulham'ın başında mucizeler yaratan Roy Hodgson'u başa getiren Liverpool kan kaybetmeye devam ediyor.
Bu hafta oynana Liverpool derbisinde, deplasmanda Everton'a 2-0 mağlup olan Liverpool'da ortalık karışmaya başladı. Takım el değiştirmesiyle birlikte ekonomik olarak da biraz rahatlamış ve transfer yapmaya müsait duruma gelmiş oldu. Fakat Roy Hodgson yönetiminde bir türlü oyuna hakim bir oyun oynayamayan ve sürekli puan kaybeden Liverpool'de, pek çok kişinin görüşü ilk transferin saha içine değil, teknik direktörlük koltuğuna olucağı görüşü hakim duruma gelmeye başladı. Fulham'a oynattığı kapalı sistemi Liverpool'de oynatamayan, takımın tüm hücum ümidinin ileride yalnız kalan Torres'e bindiği Liverpool'da ya 1-2 hafta içinde Roy Hodgson mücize yaratmaya başlıyacak yada takımdan ayrılacak gibi duruyor.

Olayın diğer tarafındaki Hodgson ise kaybedilen Everton maçı sonrası gayet ümitli konuşmuş;
"Bir krizin içinde olduğumuzu düşünmüyorum. Ben bu maçta oynadığımız oyunu gördüm ve kimse bu oyunun son 3 sırada yer alan bir takımın oyunu olduğunu söyleyemez."Kötü bir forma sahip olduğumuzu biliyorum. Artık kazanmaya başlamak zorundayız, yoksa kriz sözcüğünden kurtulamayız. Torres'in fiziksel bir eksikliği olduğuna inanmıyorum. O mental olarak hazır değil. Şu an için bir sakatlığı yok. Bu maçta da çok çalıştı fakat üretici olamadı. Bir ya da iki gol attığı zaman kendine olan güveni yerine gelecektir"

Premier Lig'de Liverpool 8 maçta topladığı 6 puan ile; Wolfs ve West Ham Unt. ile birlikte ligin son sırasını paylaşıyor.

15 Ekim 2010 Cuma

Nuri'den Podolski'ye Ayar

Köln - Borussia Dortmund maçında; Podolski'nin Nuri'ye yaptığı sert faul sonrası ortamın gerildiği dakikalarda; Podolski, Nuri'ye dönüp eliyle 3 yapıp, nasıl yendik şeklinde hareket yaptı. Fakat bu hareketinin sevinci sadece 30sn sürdü. Pozisyonun devamında golü atan Nuri Şahin, Podolski'nin önünden kayarak geçip sevincini kutlayarak cevabını vermiş oldu.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Sabri ve Aut

Milli takım ve Yönetilememek

Aslında yazıyı Almanya maçı sonrası yazmıştım ama dedim ki Azerbaycan maçında belki bişeyler değişir belki bazı şeyleri eleştirmek için erkendir. Fakat değişen hiç birşey olmadı.

Sorunları görmek için önce biraz geçmişe bakmak lazım. Fatih Terim döneminde herkesin ortak kanıya vardığı ve her maç gözümüze sokulan bir gerçek vardı; Türk Milli Takımı'nın taktik diziliş ile oyun mantalitesiyle değilde hırsıyla azmiyle maç kazanıyor olduğu gerçeği. Fatih Terim'in yaşamış olduğu başarılar O'nun ne kadar iyi bir teknik direktör olduğunun göstergesi olarak kabul edilebilir. Fakat Fatih Terim'in Milli Takımdaki 2. dönemi için teknik direktörlükten çok amigoluk da diyebilcek bir duruma gelmiştik. Her maça yanlış çıkartılmış görünen bir kadro ile başlanan, devre arasında soyunma odasında gaza gelen futbolcular; 2. yarı çıkan defansif oyuncular ve giren hücum oyuncularıyla ancak doğrunun bulunabildiği bir oyun şablonu... şeklinde uzar gider 2. Fatih Terim dönemi. Fakat o dönemde var olan şey de; yüreğiyle oynayan 90 dakika maça asılmaya çalışan bir milli takımdı. Euro2008'de bu tutmuştu, fakat Dünya Kupası elemelerinde sadece motivasyona dayalı sistem yetmeyince, alınan puan kayıplarıyla motivasyon da düşünce milli takımımız Dünya Kupasına gidemedi. Bunun yanı sıra; Fatih Terim'in en çok eleştirildiği konu taktiksel olarak bir türlü oturmayan takım değildi, en çok eleştirildiği konu takımlarında başarılı olan bazı oyuncuların ısrarla milli takıma çağırılmamaları buna rağmen takımlarında forma şansı bile bulamayan bazı oyuncuların milli takımda banko oynamalarıydı....
Bu Fatih Terim döneminin kısa bir özetiydi, zaten futbolu takip eden herkesin bildiği üzerine konuştuğu şeylerdi.

Fatih Terim gönderildi, yerine; milli takıma bir oyun düzeni oturtacak, oyunculara performanslarına göre formayı dağıtacak bir teknik direktör arayışları başladı. Gittiği her takımda başarıyı sağlamış, tecrübeli bir isim olarak Hiddink'te karar kılındı ve anlaşmalar yapıldı.

Aslında ilk yönetim yanlışı da burda yapıldı; milli takım antrenörümüz ligimizi izlemiyor, Anadolu klüplerinin maçlarını da izlemeli, tv başında değil bizzat stada gitmeli milli takımın hocası diye ahkam kesiliyordu önceleri. Hiddink ise zamanının bir kısmını Hollanda'da bir kısmını Türkiye'de geçirmesini kabul eden bir anlaşmaya imza atmıştı.
Böyle bir anlaşmanın kabul edilmesiyle birlikte TFF'ye düşen görev, Hiddink'le masaya oturup; maçlara gidip oyuncuları izliycek, düşünülen taktik yapısı içine dahil olabilecek oyuncuları belirleyebilcek ve Hiddink ile düzgün dialog kurabilecek bir ekibin oluşturulmasıydı. Fakat 2. yanlışta burda yapıldı, Hiddink'in Türkiyedeki gözü kulağı olma görevi Oğuz Çetin ve ekibine verildi. Burada yapılan yanlışlık, Fatih Terim döneminde çağırılan oyuncular ve taktik yapısı beğenilmezken, maçlara milli takım için gözlemcilerin gitmediğinden dolayı şikayetler mevcutken; Hiddink'in kadro seçiminde, taktik oluşturmasında yardım alacağı ekip, bir önceki beğenilmeyen ekibin aynısı olarak korundu.
TFF, Hiddink'i getirirken; yeni bir çağ açıyoruz, tekrardan milli takım için kadrolaşma yapıyoruz, sıfırdan başlıyoruz.... diyemedi. Başta Hiddink olsun arka taraf aynı tas aynı hamam devam etsin dedi. Hal böyle olunca Almanya ve Azerbaycan maçlarının ardından en çok eleştirilen konuda; Hiddink'ten çok yardımcı ekibi oldu.
Euro 2012 kuraları için; çekilebilecek en güzel kuralardan birini çekmiştik. Grubumuzda güçlü takımlar mevcuttu fakat adeta deplasman yoktu. 2 tane Türki Cumhuriyet ve Avrupa'da Türk yoğunluğunun en yüksek olduğu ülkelerden 3 tanesi. Sözde revizyona gitmiş ve başına dünyaca ünlü bir teknik adam getirmiş milli takımımız için şeker gibi kuraydı gözümüzde. Şimdiden Euro 2012 hayallerine dalmıştık. Şu an elimize yüzümüze bulaştırmış durumdayız, revizyonu da hayallerimizi de.

Kadro konusunda da aslında şöyle bir durum var; Hiddink sezon başında Dünya Kupası öncesi Türkiye'den pek çok oyuncuyu Amerikaya kampa götürdü ve hazırlık maçları oynattı. O dönemde kadroya çağırılan fakat daha sonrasında milli formaya uzak kalan bazı futbolcular oldu. Benim bu konuda ki yorumum; Hiddink orada bazı oyuncuları; takımlarında ne kadar başırılı olsalarda kendi sisteminde başarılı olamayacaklarını düşündüğü için kafasında ki milli takım kadrosundan çıkartmış olabilir. Fakat yinede kendi klübünde harikalar yaratan, görevini yerine getiren oyuncular yerine, klübeye mahkum yada vasat performansla oynayan oyuncuların düzenli olarak milli takıma girmesi sorununa çözüm bulunabilmiş değil.

Milli takımımız için grup maçlarının en kritiği olarak nitelendirilen ve grup liderini belirliyecek maç olduğuna inanılan Almanya maçı öncesi takımın yönetilememesi de ayrı bir soru işareti. Dünya kupasında oynadığı futbolla herkesin beğenisini kazanan Avrupa devlerinden biri karşısında saha çıkılacak olmasına rağmen maç öncesi 1 hafta boyunca 2 konu konuşuldu; Mesut'un Almanya milli takımında oynaması ve Arda'nın sakatlığı.
Kimse Almanya'yı nasıl yeneriz diye konuşma gereği görmedi. Gurbetçi futbolcularımız medyada boy gösterip Mesut'u eleştirip durdular. Teknik heyet ise Arda milli takıma sakat mı geldi, milli takımda mı sakatlandı sorusuna cevap verip bu konuya yoğunlaştılar. Almanya karşısında oynamayacağı belli olan Arda konusunu maçtan sonra konuşalım, önce maça yoğunlaşalım, konsantrasyonumuz dağılmasın diyen olmadı, askine öyle bir ortam yaratıldı ki Arda yoksa hayatta yenemeyiz denecek duruma getirildi bu tartışmalar maç öncesinde. Diğer yanda da sanki Mesut, Almanyada değil de bizde oynasa Almanya'yı kevgire çeviririz, ama Mesut Almanya'da forma giyiyor yandık dercesine bir tartışma ortamı yaratıldı.
Sonuç olarak milli takımımız sahaya ciddi bir inançsızlık içinde ve maça hazır olmadan çıktı. Maç boyunca takımın neresinden tutulsa elde kaldı.
Milli takımlar için de sakatlık önemli bir mevzudur, oyunu üzerine kurduğun yıldız oyuncunun sakatlanması belki planlarını altüst ediyor olabilir, bu bakımdan Arda konusu bir yere kadar tartışılabilir. Fakat dünya üzerinde başka hiç mi formunda Türk sol bek yoktur da, Sabri sol bekte oynatılır. Önemi düşük rahat bir maç olsa deneme amaçlı mı diye düşünülebilir fakat böyle önemli maç için fazlasıyla riskli bir hamleydi. Benzer bir şekilde sağ kanatta oynamaya alışkın Hamit'in sol kanatta denenmesi, sakatlıktan yeni çıkmış daha takımında düzenli forma şansı bulamamış, bulduğunda da sol açıkta oynatılmış, Özer'in sağ açıkta denenmesi olayı var.

Zaten teknik ekibi nedeniyle eleştirilen, kazanılan 2 maç sonrası hemen gaza getirilen Dünya Şampiyonu ilan edilen milli takımımız, kritik maçlar öncesi düzgün bir kriz yönetimi sergileyemeyince; önce Almanya karşısında hezimete uğradı, daha sonra da Azerbaycan gibi gelişim aşamasında bir futbol anlayışına sahip takıma mağlup oldu.

Dipnot: Bizim milli takımımız kadar duran toptan pozisyon veren gol yiyen başka milli takım var mı acaba, tamam klüp takımlarımızın da Avrupa Kupaları'nda duran top zaafiyeti var fakat bu kadar deneyimli bir teknik direktörün hala duran toplarda adam adama savunma mantalitesi oturtmaya çalışıp, her seferinde kaçan adamlar sayesinde rakiplere pozisyon verirken, bu kararının arkasında durması çok acayip

12 Ekim 2010 Salı

Nouma Harcandı Mı?

Beşiktaş eski asbaşkanı Levent Erdoğan, cumartesi günü doğumgünün de ortalığı karıştıracak bir iddaa ortaya attı. Erdoğan yaptığı açıklamada; maliyeti nedeniyle gönderilmesi düşünen Nouma'nın, Fenerbahçe maçında yaptığı hareket sonrasında, klübün bu hareketi kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak amacıyla o dönem olağanüstü kurula gittiğini ve çok yanlış kararlar aldığını söyledi.

Daha sonra ise Haber1903.com'da ismini vermeyen fakat eski bir yönetici olduğu bildirilen bir kişi ise şu haberi yayınladı: "Federasyonun Pascal'a 3 ay gibi bir ceza vereceğini öğrenmiştik. 3 ay sonra zaten ligler bitecekti. Pascal'ın sözleşmesinde de federasyon tarafından 6 aydan fazla ceza alırsa sözleşmesi hiçbir ücret ödenmeden tek taraflı feshedilebilir maddesi vardı. Bunun üzerine Beşiktaş yönetimi federasyonu arayarak 3 ay yerine 7 ay ceza verilmesini istedi. Federasyon da Beşiktaş'ın bu isteğini gerçekleştirdi ve 7 ay ceza verdi. Kulüp Pascal'ın sözleşmesini tek taraflı feshetti"

Eğer yapılan açıklamalar doğruysa, Türk Futbolu önümüzdeki günlerde çok farklı bir yola sapabilir. Bir klübün, TFF'den ceza arttırımı istemesi, klübün çıkarı doğrultusunda futbolcunun cezasının arttırılması kesinlikle futbol etiğine ve ahlakına uymayan; yapan kişilerin cezalandırılmasını gerektiren bir hadisedir. Fakat ismini vermeyen bir kişi tarafından yapılan bir suçlama ile de 100 yılını aşmış bir klübün ve yöneticilerinin, bu habere dayanılarak zan altında bırakılması da yanlış bir davranıştır. Zaten ülkemizde bu tip olayların çoğu zaman doğruluğu incelenmeden 1-2 hafta tan tanası sürer, daha sonra da bir sonuca ulaşılmadan hasır altı edilir. Yine de Beşiktaş Kulübü'nün çıkıp bu konu hakkında bir açıklama yaparak, olayı aydınlatması hatta eğer olay doğruysa suçluları kendisinin ortaya çıkartarak, haklarında gerekli yaptırımların uygulanmasını sağlaması gerekir.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Japonya Sonrası Hesaplar

Aşırı yarış nedeniyle, yarıştan 5 saat önceye ertelenen sıralama turları, ilk turlarda gelen kazalar, güvenlik aracı periyodu, Mclaren'in vites kutusu, Kobayashi'nin kamikazeliği ve bu olaylar dışında kalan periyotta genel olarak sıkıcı geçen Japonya Gp sonrasında puan durumunda işler iyice karışık hale geldi. Vettel'in kazanarak ön gruba yetiştiği yarış sonucunda, Webber 2. olarak şampiyona liderliğini sürdürürken 3. olan Alonso ise liderlikteki takibini sürdürmeye devam ediyor. 4. olan Hamilton ise Spa sonrası periyotta erimeye devam ediyor.
Sezonun bitimine sadece üç yarış kaldı; Kore, Brezilya ve Abu Dabi.

Markalar Klasmanı:
RedBull 426
McLaren 381
Ferrari 331

Arkalarında kalan takımlardan kopan bu üç takım; geride kalan 3 yarışta çok büyük süprizler olmazsa sezonu bu sıra ile bitirecekler gibi duruyor. Özellikle kalan 3 yarışın RedBull otomobillerine uygun olduğu düşünülecek olursa; RedBull için şimdiden takımlar şampiyonu demek zor değil. Özellikle Brezilya'da kötü performansıyla meşhur bir takım haline gelen McLaren cephesinde ise 2.lik sallantıda gibi dursa da Ferrari için kalan 3 yarışta 50 puanlık farkı eritmek hiçte kolay durmuyor.

Pilotlar Klasmanı:
Webber 220
Vettel 206
Alonso 206
Hamilton 192
Button 189

Eski sistem olsaydı Webber şampiyonluğa adımını attı denebilirdi fakat 1.nin 25 puan aldığı sistemde rakiplerle araya bir yarışlık puan konulamadığı sürece şampiyon oldum demek çok zor. Özellikle de ilk 3'deki pilotların hepsinin 4'er galibiyeti olduğu düşünülürse, kalan 3 yarıştan 2 galibiyet çıkartan pilot büyük ihtimalle şampiyon olucak gibi duruyor.
RedBull'da işler bu bağlamda biraz karışık; şampiyonluk yolunda, geleceği parlak pilotları Vettel'i destekleyen RedBull; şampiyona lideri Webber olmasına rağmen, Vettel'in şampiyon olmasını istiyor. Önümüzdeki sene için gerekli geliştirmeleri yapmak yerine bu sezona konsantre olan takım, gelecek için Vettel etrafına kurulmuş bir yapı düşünüyor ve bu sebepten dolayı Webber'den çok Vettel'i destekler durumdalar. Bu mücadelenin ise takıma konsantrasyon açısından zarar verdiği kadar, pist üzerinde de kritik puan kayıplarına sebep olduğuna sezon içinde de şahit olduk.
Ferrari'de Massa'nın düşen performansı nedeniyle tek pilot haline gelen Alonso, tüm takımın desteğini arkasına almış şekilde emin adımlarla zirve yarışını sürdürüyor. İstikrarlı ve mücadeleci yapısı İspanyol pilot'u RedBull'un korkulu rüyası durumuna getirmiş durumda. RedBull'un yapacağı ufak bir hata bile Fernando için şampiyonluk kapısını açabilecek bir duruma geldi.
McLaren'de ise işler gittikçe karışık hale gelmiş durumda. Macaristan öncesi 2 şampiyona da da liderliğe oturmuş olan McLaren; Hamilton'un 4 yarışın 3ünden puan çıkartamaması nedeniyle günden güne puan bakımından erimekte. McLaren'i takımlar şampiyonluğunda hala 2. sırada tutan şey ise Button'un mücadeleden uzak fakat istikrarlı sürüşüyle yarışları sürekli ilk 5 içerisinde bitiren stili. McLaren'in şu an ki tablo içerisinde 2 pilotundan birini şampiyon yapabilmesi için kalan 3 yarıştan; 2 birincilik ve kesinlikle 3 podyum çıkartması gerekiyor ki sezon arasından sonra bir türlü gelişme anlamında istikrarı sağlıyamayarak, geriden gelen Ferrari'den bile yavaş kalan McLaren için, pilotlar şampiyonluğu yavaş yavaş kapanmaya başlayan bir defter haline dönüşmüş durumda. Takımın tek teselli noktası, yakalanacak istikrarla beraber, takımlar şampiyonasında gelmesi muhtemel 2.lik.
Sezon son 3 yarış kala; Avrupa'dan yüzlerce kilometre uzakta adeta yeniden başlıyor.

Şampiyon Lorenzo

Sezon başından beri şampiyona liderliğini kimseye kaptırmayan ve yarışılan 15 yarışta 7si birincilik olmak üzere 13 kez podyuma çıkan Jorge Lorenzo, sezonun bitimine 3 yarış kala şampiyonluğunu ilan etmiş oldu. Şampiyonada ki en yakın rakibi olan Pedrosa'nın sakatlığı nedeniyle katılamadığı Malezya'da rahat bir 3.lük alan İspanyol sürücü, şampiyonluğa erişmiş oldu.
Moto Gp'de şimdi gözler 3 yarış kala 2.lik ve 3.lük mücadelesine çevrilmiş durumda.
Klasmanda son durum
1- Jorge Lorenzo 313
2- Dani Pedrosa 228
3- Valentino Rossi 181
4- Casey Stoner 180
5- Andrea Dovizioso 179

4 Ekim 2010 Pazartesi

Kasap Havasına Red!

Haftasonu oynanan Manchester City - Newcastle United maçında, yıldız oyuncu Hatem Ben Harfa'ya yaptığı sert ve gereksiz hareketle rakibinin bacağının 2 yerden kırılmasına sebep olan Hollandalı kasap Nigel de Jong milli takım kadrosundan çıkartıldı.
Hollanda Milli Takımı'nın yapacağı Moldova ve İsveç maçlarının kadrosundan de Jong'un çıkartılmasıyla ilgili olarak teknik direktör Van Marwijk: "yaptığı hareket tamamiyle gereksiz ve vahşiceydi, şu an İsveç ve Moldova maçlarına odaklanmalıyız".

Bu ilk sert hareketi olmayan, yakın zaman da Dünya Kupası finalinde de Xabi Alonso'ya attığı tekme ile gündeme gelmiş olan oyuncunun daha ne kadar vahşileşebileceği ise merak konusu.


3 Ekim 2010 Pazar

Gururumuz Kenan

Kenan Sofuoğlu, şampiyona lideri olarak 16 puan farkla gittiği ve pol pozisyondan başladığı, Magny Cours'ta 2. olarak şampiyonluğunu ilan etti. 2007'nin ardından bu sene de şampiyon olma başarısını gösteren başarılı pilot, seneye MotoGP'nin 2. klasmanı olan Moto2'de yarışacak.

İstanbulpark'ta tur atmasına izin verilmediği için zaman zaman sert açıklamalarıyla gündeme gelen, ülkemizde de motorsporlarının yaygınlaşması için büyük çaba harcayan Kenan ülkemizde yeterli desteği hiç bir zaman bulamadı. Kimse çıkıp kendisine sponsor olup maddi yükünü üstlenmedi. Fakat Kenan hiç bir zaman yılmayarak yine kendisini zirveye yazdırıp bayrağımızı tüm dünyanın gözü önünde gururla dalgalandırdı.

Hiç bir başarının cezasız kalmadığı ülkemizde, Kenan'a sonsuz teşekkür edip, başarılarının devamını dileriz.

1 Ekim 2010 Cuma

Messi'ye Altın Ayakkabı

Lionel Messi, geçtiğimiz sezon La Liga'da attığı 34 golle, altın ayakkabı ödülünü kazanan isim oldu.
Avrupa'da; liginde en çok gol atan isim 35 golle Luis Suarez olmasına rağmen, lig çarpanı nedeniyle ödüle uzak kaldı.
Sıralama da Messi'yi, 29'ar golle Drogba ve di Natale izledi.
Messi kazandığı altın ayakkabı ödülü ile birlikte; Fifa Yılın Oyuncusu, Altın Top, Altın Ayakkabı ödülünü birlikte kazanan 4. futbolcu olma ünvanına kavuştu. Bu onura ulaşan diğer isimler ise; Marco Van Basten, Ronaldo ve Cristiano Ronaldo oldu.

Bursaspor ve Beşiktaşın Avrupa Kupalarında ki Gelecekleri

Belki konuşmak için biraz erken olabilir fakat, şu an ki tablo itibariyle Bursaspor'un grubundan ilk 2'ye girip ŞL'de yoluna devam etmesi veya da 3. olup Avrupa Ligi'ne gitmesi çok zor gibi duruyor.
Grubun genel durumu:
ManU:4
Rangers:4
Valencia:3
Bursaspor:0
Bursaspor'un gruptan; en azından Avrupa Ligi'ne devam edebilmesi için; kesinlikle Bursa'da Rangers'i yenmesi ve Valencia deplasmanı yada 2 ManU maçından birinden 1 puan alması lazım ki bu en iyi ihtimale denk geliyor.
Geçen sezonun flaş takımı ve şampiyonu, bu sezonun ise namağlup lideri gider Bursaspor için tablo hiç de iç açıcı değil. Valencia karşısında alınan hezimetten sonra bol bol tecrübesizlik dense de, Glaskow Ranges maçı için de tecrübesizlikten bahsetmek zor.
Ertuğrul Sağlam, daha önce Beşiktaş'ın başındayken bu arenada tecrübe kazanmış olmasına rağmen maça yaptığı hamleler hep yanlış yönde oldu. Süper Lig'de rahat bir oyun oynamaya alışık olan Bursaspor'un eksikleri, ŞL'de iyice gözler önüne serilmeye başlamış oldu. Süper Lig'de hızlı ve fiziksel özellikleri olan Volkan Şen ve Sercan gibi oyuncularla hızlı çıkmaya alışık olan Bursaspor, Avrupa'nın topu hızlı kullanan, koşarak değil hızlı toplarla çabukluk yakalayan teknik kapasitesi daha yüksek takımları karşısında kaleye gitmekte bile sorun yaşıyor. Özellikle Glasgow Rangers maçında, hızlı pozisyon olan rakip savunmaya rağmen, sürekli geriden top sürerek çıkmayı, ayağa paslarla oyun kurmayı düşününce Bursaspor'un hücum oyuncuları sürekli Rangers savunmasının kucağına düştü. 2 hafta önce Manchester United gibi teknik kapasitesi yüksek kanat adamlarına sahip bir takımın bile geçemediği kanatlar, Bursaspor'un tke ümidi olunca Bursa doğru düzgün pozisyon bulmakta bile zorlandı. Premier Lig tarzı denebilecek bir, kanattan kanada ortayı ceza sahasına indirerek pozisyon bulma çalışmasında da Rangers başarılı olunca Bursaspor mağlup olmaktan kurtulamamış oldu.

Bursaspor'un önünce şimdi 2 zorlu Manchester United maçı var. Bursaspor eğer Rangers yada Valencia'yı geçip en azından Avrupa Ligi'ne gitmek istiyorsa, ManU karşısında 1 puan almak zorunda. Fakat hızlı toplarda uyum sağlayamayan ve dengesiz yakalanabilen savunması ve ileride sadece Volkan, Sercan ikilisinin tuttuğu toplarla var olmaya çalışan yapısıyla Bursaspor'un işi gerçekten çok zor.
Bursaspor, grupta en azından puan toplamak istiyorsa, Ertuğrul Sağlam'ın bir an önce kafasında ki Süper Lig' uygun şablondan vaz geçip, Avrupa arenasına uygun bir oyunu takımına empoze etmesi lazım. Yoksa Avrupa hayali, Bursaspor için hezimete dönmek üzere.
Yeni transferleri ve değişen teknik direktörüyle; adeta yeni bir sayfa açan Beşiktaş, Avrupa'daki yürüyüşüne tam gaz devam ediyor. Bu sezon Avrupada oynadığı 8 maçta 7 galibiyet 1 mağlubiyet alan Beşiktaş'ın grubunda ki tek rakibi, liderlik için çekişeceği Porto.
Gurubun puan durumu:
Porto:6
Beşiktaş:6
CSKA Sofia:0
Rapid Wien:0
Şu an ki tablo itibari ile Beşiktaş için neredeyse kesin olarak gruptan çıktı demek mümkün. Artık tek meseleleri Porto ile oynanacak maçlarda avantaj sağlıyarak gruptan lider olarak çıkıp, nispeten daha zayıf ekiplerle eşleşme şansı yakalamak. Bu sebepten dolayı Beşiktaş için artık grupları değil gruplardan sonra neler yapabileceğini konuşmak lazım.
CSKA ve rapid Wien maçları Beşiktaş için kesinlikle ölçü sayılabilecek maçlar değil. Beşiktaş'ın Avrupa kupasında neler yapabileceğini hesaplarken, bu iki maçın üzerinden hesap yapmak bu bağlamda hata olur. Beşiktaş'ın bu sezon en zorlandığı iki maç olan Fenerbahçe ve İBB maçlarına bakarsak, bu konuda daha çok fikir yürütülebilir.
İki maçında ortak özelliği, Beşiktaş savunmasının hızlı oyuncular karşısında önce yakalandığın açık veriyor oluşu. Fenerbahçe maçında da bu gözler önüne serildi ki rakip takım hızlı oyuncularını defansın arkasına kaçırırsa, Beşiktaş savunması sürekli olarak açık veriyor. Avrupa Ligi'nde şu an ki grubu itibariyle bu Beşiktaş için büyük bir handikap değil. Çünkü Beşiktaş etkili hücum elemanlarıyla rakibi baskı altına alarak hızlı oyun kurmasını engelleyebiliyor. Fakat gruplardan sonra ki eşleşmelerde karşısına çıkması muhtemel bir İngiliz yada İspanyol ekip Beşiktaş'ın bu zafiyetinden hat safhada yararlanabilir.
Schuster'in defansı da öne çıkartarak oyun alanını daraltarak, oyunu rakip sahaya yıkması düşüncesi güzel ve etkili bir sistem olsa da ağır kalan savunmasına acilen bir çare bulması gerekiyor. Beşiktaş bu handikapını da ortadan kaldırabilirse, Avrupa Ligi için iddaalı takımlardan biri haline gelir ve yolunda emin adımlarla ilerliyebilir.

Not: Beşiktaş - Rapid Wien maçının en ilginç istatistiği ise iki takımında sahaya 3'er Türk oyuncu ile çıkmış olmasıdır.

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails